5 Ekim 2008 Pazar

Mona Lisa

Evet döndüm. İyi halt ettim.

Baştan söyleyeyim, dönüşümden çeşitli anlamlar çıkarmanın lüzumu yok. 17 Kasım 2007 de yaptığım geçici vedanın üstüne dönüşümü tam 17 Kasım 2008'de gerçekleştirip artist pozlara bürünebilirdim ama yapmıyorum. Hayır, kesinlikle başımı önüme eğmemden değil. Zira o günden bugüne bloga sadece bir (sayıyla 1, roma rakamıyla I) yazı eklenmiş ve hali hazırda tee eskiden yazdığım yazılara bile yorum alamamış hatta okunmamış olmasından dolayı, yapacağım böyle bir artistliği satabileceğim kimsenin olmayışını düşünmemden. O yüzden üşendim artistlik yapmıyorum. "Bre adam bu satırları yazmaya nasıl üşenmedin o zaman?" diyebilme ihtimalini mantık paranoyalarıyla başbaşa bırakıyor anlayacakları lisandaki "sevebilme ihtimalleri"ne havale ediyorum ve köşeme çekilip kıs kıs gülüyorum.
Gittiğim yer neresiydi ki döndüm, gidip de hayatın anlamını mı buldum, bulup da ...... mi soktum vs. saçma sapan suallerle kendi kendime yaptığım meraklanmalar karşısında yine kendi kendime (evet evet sen okuyan, hiç alakası yok seninle, hiç üstüne alınmayıp, burun kıvırarak okumaya devam et) verdiğim cevap şöyledir; hayır hiçbir yolculuğa çıkmadım, en azından elimde "on the road" la dönecek bir yere gitmedim, kitabı gittiğim yerde de bırakmış olabilirim, gidişimin kutsal uhrevi bir yanı da yoktu, hintlilerin pazarlama tekniği bir mumbo jumboya da dönüşmedim, ferrarim zaten olmadı ki satayım, bir şey öğrenmedim mi, o bana kalsın. Artık ruhsuz herifin karalamaları yok, uzayan brezilya dizisine son verdim. Artık daha serbestçe küfürlemi sağa sola sallıyorum.
Dönünce ilk önce naptım? Eşek aynı eşek, açtım içkimi başladım yazmaya. Yanlış oldu "backspace"e basılı tuuut
parmağı çek
yeniden yaz.
İçki beni açtı yazmaya başladı.
İtiraf ediyorum sessizliğin içinde bir miktar kalabildim. En çok eski sevgililerimi en az eski sevgililerimi arada bir de eski sevgililerimi düşündüm. Saçma. Sadece kadınları düşündüm. Eski nişanlımın şu an yeni kocasıyla kimbilir nerede ne yapmakta olduğu üstüne komplo teorileri geliştirdim, ilk göz ağrımın şu an mezarda yüzde kaçının çürümüş olabileceğini düşündüm, tamamen toz haline gelmiş miydi yoksa kuru iskeletmiydi, çene kemiği aşağı sarkmışmıydı, aya bakınca toz pembe düşlerin aklıma gelmemesinin manyak olmamla alakası yok, postal kokusu teneffüs etmiş olmamla da alakası yok, çınlayan kulaklarımla hiç alakası yok, özlemeyi sadece kendine yakıştıran seninle alakası var, neyse, safça aşık olduğum, gülümsemesi hiç solmasın istediğim sevgilimin, yıllar sonra buluştuğumuzda falanca herifle buluşmak üzereyken bana sadece beş dakika ayırmasını düşündüm, neyse kadın defteri uzadıkça uzadı, bak bunu orada düşünmemiştim. Bazen monitör ışığı ay ışığından daha romantik. O zaman düşünürken hiçbir sevişmem aklıma gelmedi mesela. Sanki yıllardır çalışmayan, bütün mekanizmaları paslanmış bir robottum. Douglas Adams beni iyi anlardı o anda. Marvin! Sonra sıkıldım mutsuzmuş numarası yapmaktan, mutluymuş numarası yapmaya karar verdim. Gülücükler saçtım, espriler yaptım, yedi herkes. Yol arkadaşları, durak arkadaşları, ense traşını görelim arkadaşları, pazar arkadaşları hep bir ağızdan kahkahalar attılar ve aynı mutsuzluğu taşıdığını bildikleri halde kendilerini güldüren bu şapşal yabancıya sokuldukça sokuldular. Sonra kaltak kaderin elleri bir piyango çekilişi daha yaptı. Üstelik gözümün önünde, benim ellerim, dizlerim titrerken, askeri görev yerimi belli edecek kura çekildi. Kalamazdım, ben devam etmeliyim, elbet kahkahalarımız birbirini bir yerlerde bulur derken, ben kaldım herkes gitti. Hoppala! Bu ne şimdi. Olduğun yerde durarak yol almak ne demekmiş işte böyle anlaşılır!
Yalova'ya yakındı sanırım. Market vs. yerlerden alışveriş yapmaktan nefret ederim genelde. Çok zorda kalırsam hırsız gibi bir anda alacağımı alır kasiyerle göz göze gelmeden ödemeyi yapar kaçarım. Herşey cansız vitrin marketi kıvamında yaşanır gibi gelir. Cehennemi aramaya gerek yok. Cehennem otuz "M" li bir Migros'tur. Yalova'yı koca bir market gibi gören gözlerimle şeş beş, alkollü yolda yürüyordum. Kendi kendime Tom Waits'in şimdi hatırlayamadığım bir şarkısını söylerken ensemde patlayan tokatla yere yığılmıştım. Kalkmaya üşendiğimden kaldırımda sızdım. İnsanın başına gelmeyince, biri ya da en azından bir polis tarafından dürtülerek uyanacağı aklına gelir de sabaha koluna köpek işerken uyanacağı aklına gelmez. Soluğu hemen boktan bir otelin buz gibi soğuk su akan duşunun altında aldım tabi. Bir yandan ayılıyordum bir yandan son bir yılda tanıştığım bütün çıldırmış insanları hatırlıyordum. Sel gibiydiler. Hayatımın bir yerinden tutunuyor, tutuşuyor ve kaçıyorlardı. İçimi bir yalnızlık hissi kapladı. Duştan çıkıp akşam içine sıçılıp ağrıdan ağrıya koşan sırtımı yatağa koydum. İnsanların yüzleri kahkahaları neşeleri gözümün önünden gitmiyor, birbiri ardına üstüme yağıyordu, hayatımda ilk kez hem gülüyor hem ağlıyordum. Hem gülümsüyor hem somurtuyordum.
Evimdeydim, tatil zamanı şurda burda bunalıp içmeye kilometrelerce yol katederek benim yanımı seçen bir kaç dostun arasında o da vardı. Çok sevdiğim arkadaşlarımdan birinin yüz hatlarını ilk kez o gün farkettim dudağının sağı gülüyor, solu somurtuyordu. İçerken ona baktıkça, otel odasındaki halimi hatırlıyordum ve insanlar tekrar tekrar aklımda vızıldayıp gitmeye başladılar. Artık dayanamayacak hale gelmeye vaşlamıştım. İçkinin verdiği deli cesaretiyle yüzünün ortasına yapıştırdığım yumruğu ve herkesin yapma etmeleri arasında onu kapıya kadar sürükleyip dışarı koyarken attığım narayı hatırlıyorum:
"Siktir git ulan Mona Lisa İbnesi!!!"