22 Ekim 2007 Pazartesi

BOK YOLUNA GİDEN ZAMANLAR -I-

Evet, buyrun Football Manager 2008 çıktı. Hayatım bir kez daha boş boş onu transfer et, git şu takımın kuyusunu kaz, antrenörüydü gözlemcisiydi diye, kıçı kırık bir program motorunun veri tabanına girilmiş hiç tanışmadığım futbolcu heriflerin isimleri arasına takıldı kaldı. Yaptığımın ne kadar öküzlemesine bir şey olduğunu bilmeme rağmen, neden durduramıyorum kendimi?

Sadece bu mu ki? Madem hayatımın sınırlı süresinin içine ediyorum, tam olsun. Lanet herif, Joseph Conrad'ın kitaplarını okuyorum. Zaman kaybı başka bir şey değil. Ulan, şerefsiz, denizciysen denizciliğini bil. Ben senin sayfalar süren, deniz, kıyı, güverte, direk tasvirlerini okumak zorunda mıyım? Bu gazla ben de hemen roman yazıyorum ve kedi köpek hastalıklarını, tümörlerini, tüylerini kıllarını sayfalar dolusu anlatıyorum... Hadi bakalım.

Evet ne kaldı. Sinema. Neler mi vaktimi heba etti? Buyrun, ilki "Namesake". 2006 yapımı bir film. Hesapta roman uyarlaması. Gaydurugubbak bir Hint'li nin İngiltere'de geçirdiği aile saadeti ne kadar ilgi çekici olabilirse, film de o kadar çekici işte. Almancı muhabbetlerine alışık bünyemizde bu tip öykülerin fazla tesiri yok. Filmde Gogol'a bol bol gönderme var. Hatta adam abartıp oğlunun adını Gogol koyuyor falan. Gogol hayatta olsa, kesin filme sponsor olmuş derdim. O kadar bayıyor siz anlayın. İkinci boktan filmimiz 2007 yapımı "Evening."
 Sırf M. Streep'in oyunculuğuna olan güvenimden izleyeyim dedim. Bir de sağda solda yok efendim "unforgetable" zamazingo övgüler almış. Filmin konusu kısaca osuruktan bir karının, filmi çekilmese kimsenin sikinde bile olmayacak osuruktan aşk hikayesi. Öyle flashback, ölüm döşeğinde son anlarda hayat filim gibi geçiyo gözlerimin önünden tripleri, üstüne de kadına iki sorunlu karakteri farklı yetişkin kız çocuk vereyim falan demeyle olmuyo kardeşim drama! Sıçayım bu filmi çekenin de senaryosunu yazanın da beğenenin de zekasına. Yetti be yetti! Üçüncü filmimiz 2006 yapımı "Fido." Zombi filmlerine olan gerzekçe zaafım (gerzekçe ama yeşillik ve birayla dünyanın en eğlenceli filmleri eheh) sebebiyle izleyeyim dedim. Netekim zombi komedyası yapmışlar elemanlar. Gelecekte zombileşiyor her ölen, "beyiiiin" diye hörtlüyorlar ama teknoloji işte. Eheh, zombileri zaptedip evcil birer hayvan haline getiren tasmalar var. Aslında filme biçilen distopik zombi komedisi temasını son derece başarılı buldum ama gelin görün ki uygulama sıfır. Filmde bir saniye olsun gülmeyi başaramamış olmam bir yana, gülümseyemedim, hiçbir şey hissedemedim. Hatta bir ara film iyice çığrından çıkıp E.T. duygusal böcekliğine soyunca kusuyordum. Allah sizi bildiği gibi yapsın! Yoruldum ulan izlediğim ve zaman kaybından başka bir şey olmayan diğer filmlerin sadece isimlerini yazıyorum. Kaybettirdikleri zaman yeter bana. "Magicians," "Knocked Up," "Hatchet," "Little Children," "The Invisible," "The Tiger's Tail," "Wild Seven," "You Kill Me," "Secret Of The Cave," "Breaking And Entering," "Cursed," "Unholy." Ulan hangi insan evladı bunu yapar! Bok yoluna gitti tüm vaktim. Neyseki sadece iki filmi beğendim. Bunlardan biri daha önce de izleme fırsatı bulduğum "Taste Of Cherry," izlemeyen varsa mutlaka tavsiye ederim. Diğeri haddinden fazla başarılı bulduğum, senaryosuna az daha kassalar on puan verebileceğim bir film 2006 yapımı "Cashback." Eee, iyi de bunların konusu ne demeyin lan! IMDB diye bir şey var gir ara tövbe tövbee...

Evet vaktimizi bombok geçirmekte sınır tanımayalım. Ömrümüz iyice s.kilsin! Geldik müziğe. Dream Theater'ın en sevdiğim albümü "Scene From A Memory" idi. "İdi," diyorum çünkü ben bir eşeklik yaptım ve kardeşimin bin heves bulup getirdiği "Metropolis 2000: Scenes From New York" dvd sini izledim. Yau bi grup, kendi parçalarını bu kadar mı hissetmeden çalar. Bu ne yavşaklıkdır. Ey öküz Portnoy, sen binbir triple, ağzında cak cak sakızı yavşak yavşak çiğneyip, en ukala halinle davulu döversen, ben artık o parçayı dinlerken bir bok hissedebilir miyim? Neyse bu konser kabusunu geçelim. Sırf şarabın yanında yalnızlığa yakışır diye osuruk osuruk Leonard Cohen, Tom Waits dinlememi saymıyorum. Kodumun yamuk sesli herifleri. Napim, şaraba yakışıyo eheh.

Koca bir hafta daha hiçbir bok üretmeden. Ömrümü tükettim. Kaç yıl evvel seviştiğim kadınlar evlendi, neredeyse çoluk çocuğa karışacak ben hala götümün üstünde oturup vaktimin içine boktan boktan prodüksiyonlarla sıçayım. Aferin bana. Yaşamak bu olsa gerek...

Son not: Gentleoctopus baba oldu! Allah analı babalı büyütsün. Son bir aydır aldığım tek iyi haber...

11 Ekim 2007 Perşembe

RUHSUZ HERİFİN KARALAMALARI -I-

Küçük bir odada oturup, kıçın gittikçe büyümekte olduğunun farkında olup, bunun için hiçbir şey yapmadan durmanın rahatlığından ya da şairin sessiz kaldığı yerde osurmanın bereketinden bıkıp, “kelimeler mi kaldı hala söylemediğin, tatlı kaltağım?” diye yalnızlığıma söylenirken, yine tanıdık bir sahnede, bütün egomla oynadığım oyunu oturmuş seyrediyorum.

Durun biraz, yanlış başladım. Bir şans daha, lütfen...

Sessizlik. Nihayet. Kafanızın içinde sürekli bir şeylerin, birilerinin dönüp durduğu, bu yüzden okuduğunuz kitaptan bir bok anlamayıp, sayfaları devirmiş olmanıza rağmen, başınızı kaldırıp “ne okudum lan ben?” diyerek tuvalet aynasıyla göz göze geldiğiniz ve kitapta gözlerinizle takip ettiğiniz kelimelerden aklınızda tek kalanın, sanki inadına “tekrar çal Sam” der gibi aklınızda dolanıp duran düşünce, hayal ve olası gelecek hesaplarının olduğu bir anda olduğunuzu hayal edin. Bu kez lütfen demeyeceğim. Çünkü o boku az önce bir kez yedim. Senden bir şans daha istedim ve sen de verdin. Şimdi devam et. İçimi kusmam lazım ve dinlemen gerek.

Ben yine yalnızlığa taktım. Osuruktan bir yazarın, hayat bu çember işte, söylevine girmek istemiyorum. Anlatacağım şey başka.

Her neyse, nereden başlayayım düşündüm de başlamışım kronolojiye. Bir zamanlar aşık oldum. Birlikte olduk. Evet, seviştik de. Ben hasta oldum, terli çamaşırlarımı değiştirdi. Bir bebeğe bakar gibi baktı bana. Kahkahamızı, göz yaşlarımızı, onun mantıksız histerik krizlerini, benim uyuşukluğumu, osurup osuruğumuza gülüşümüzü, zevklerimizi, zevkine gelemediklerimizi, zevzekliklerimizi, “z” kafiyesine uyan başka bir şey bulamadım şimdi gelişi güzel yazarken ama varsa onu, bedenlerimizi, bildiklerimizi, bilmediklerimizi paylaştık. Güzeldi, hep neşe dolu değildi. Güzelliği oradaydı zaten, yalan yoktu. Bir nişan yüzüğümüz bile oldu. Saçma ama onu ben daha çok arzuladım, arzulamamıza isim yapıştırmayı o kafasına koydu. Nişan yüzüğü parmağa geçti.

Piç olmuş aşk hikayemi anlatmak istemiyorum. Neyse...
Sadakatsizliğine yenik düştü ve onu, benden duymaya en çok korktuğu kelimeleri, içimden gelerek sarfederek terk ettim. İyi mi oldu? Kötü mü oldu? Tanjant 90, cosinus 80! Pek de umursamıyorum. Bu boktan şeylerin çözümlemelerini, “tipimiz yok ama böyle duygulu, entel görünerek acaba karı kaldırır mıyız?” diyerek yazarcılık oynayan A. B. C. Ç. D. E.... gillere bırakmak en iyisi. Herkes bildiği işe...

Şimdi yok. Öfkeliydim, dahası kırgındım. Ne tuhaf, şimdiyse onunla geçirdiğim üç seneye müteşekkirim. Çünkü her saniyesinde yalnız değildim. Şimdi ister bir fahişenin üstünde olayım, ister biriyle cicim günlerimi yaşayayım, ister şimdiki gibi odamda saçma sapan yazıp durayım... Yalnızım.

Kendimi özlüyorum. Onunla birlikte bir parçam gitti. Bir daha da geri dönmeyecek. İnsanlara güvenen, saf, naif yanım gitti. Damdan düşer gibi aşık olabilen yanım gitti. Elbet, Fuzuli’nin düşlediği aşk da vardır diyen yanım gitti. Hayatımda ne olursa olsun heyecanla paylaşacağım yanım gitti. Kendimi özlüyorum. Gözlerinde bulduğum pırıltı gitti. Şimdi fotoğraflarına baksam da faydası yok. O gözler yok, çünkü benim o parçam gitti...

Hayatta sevgiliyi kaybetmekten daha acı şeyler varmış. Pis koydu ama öğrendim. Daha acı olan bir başka şey, en iyi dostunu kaybetmekmiş. Daha da kötüsü bir parçanı kaybetmekmiş. En kötüsü bütün bunlar aynı kişi ise, o kişiyi kaybetmekmiş...

Daha çok şey yazmak istiyorum ama niyeyse şevkim kaçtı birden. Kendimi özlüyorum. Hepsi bu...


8 Ekim 2007 Pazartesi

Sahibinden Satılık Ruh!

Az kullanılmış, içinde hala biraz umut barındıran, kaybetmeye bi türlü alışamamış, off'layıp puff'layanlardan nefret eden, kırgınlıklarla, unutulmuşluklarla, arzularla dolu ruh acilen satılıktır. İlgilenenlerin yorum bölümüne yazarak iletişim kurmaya çalışması gerekmektedir.